top of page

LABİRENT

Nasıl yaşadığımı bana mı soruyorsunuz?

Biliyorum zaten…

Hiç,

Kendini tanımadığı için çürümeyen bir ölü gördünüz mü?

Kürşad POLAT

Nisan’25

     

İnsanın iç dünyasında biriktirdiği duygular, düşünceler ve anılar hayatının sonuna yaklaştığını hissettiğinde birbirine karışır. Hayat, basit bir otobüs yolculuğu gibi ilerlerken, sona yaklaşınca geri dönüp bakmak, insanın kendisini derinden sorgulamasına sebep olur.

        İnsan bazen kendi yaşamını, yaptığı seçimleri ve bu seçimlerin ona ne kazandırıp ne kaybettirdiğini düşündüğünde, alelade bir boşluk hissiyle karşılaşır. Geriye doğru bakarken hayatın ne kadar hızlı geçtiğini, hangi anların kayıp olduğunu ve hangi anların kalıcı izler bıraktığını fark eder. Bu fark ediş, tıpkı oluklu bir bıçağın kenarından damlayan kandaki sızılama gibi düştüğü yerde sızlamaya devam eder.


Bölüm: 1 ‘Sorgulama’

             

Her hayatın birden fazla dönüm noktası vardır. Bu yüzden hayatı, köşe taşlarına asma kilitler takılmış labirente benzetiyorum. Her kilidin bir anahtarı var. Her anahtar, başka birinde… Başka birileri.. 


Kim onlar? Hangi asma kilidin hangi anahtarla açılacağı sorusunu kim cevaplar? Peki onları nerede buluruz? Taksi durağında sıramı verdiğim emekli tapu müdüründe olabilir mi? Apansız hayatımıza girdiğinde çıkmasın diye dua ederken, yokluğunun üzerinden 288 gün geçer geçmez geçmişin tamda içine uzaktan nanik yapan bir yabancıda olması ihtimali var mı?

             

Açıklayayım;

        Hem geçmişin hem de geleceğin arasında bir denge kurmaya çalıştığınız, bazen gölgemizde kaybolduğunuz, bazen ise ışığımızı en parlak şekilde gördüğünüz bir dönemdir bu labirent dönemi.

 Bu, gençlik hayalleriyle olgunluk arasındaki zaman ilizyonunun kesiştiği tek yerdir. Öncesinde hayat bir masal gibidir. Olası ve olmayası hatta lanet edilesi her şey mümkündür. Her yolda bir umut vardır. Toparlamak, içinden çıkmak sadece zaman alır. Zaman boldur. Harcanabilir, telafi edilebilir, sonu düşünmeden tüketilebilir rakamlardan ibarettir.

 Sonra kendini düşünmeden, içinde hiç ‘kendi’ olmayan bir dönem gelir. Bu geldiğinde labirentin köşe taşları küçülür, asma kilitleri büyür, yollar daralır. Ancak hala umutlar vardır. Umut dedikleri şey, görünmeyen gökyüzünün basit bir yansımasıdır. Yapay bir ışık kaynağı… Odak noktası İnsan’dır.

 Ne kadar insan, o kadar umut…

Ne kadar umut, o kadar ışık…

Umutlar yerini sorumluluklara, gerçeklerle yüzleşmelere ve bazen de çekişmelere bırakır. Labirentte geçirilen zamanın birikimi, her adımda biriktirdiğiniz tecrübeler, hatalar ve kazanımlar oluşur.

Hayatınızda yapmadığınız şeylerden çok, yaptığınız hatalar üzerinde düşünürsünüz. Labirente girerken alınan riskler, ardınızda bıraktığınız ikili ilişkiler, yok saydığınız fırsatlar, vazgeçtiğiniz hayaller, vazgeçirildiğiniz hayaller…

 …ve her şeyin geçici olduğunu, her şeyin bir çözümü olduğunu düşündüğünüz o dönemin gelişi ile tıpkı bir sisin dağılması gibi netleşir her yer. O zamana kadar, labirentin her yol duvarında gördüğünüz saçma sapan insan figürleri yavaş yavaş netleşiverir.

 Netleşen yüzlere baktığınızda, omzuna yaslanıp yürümeye çalıştığınız insanları bile aslında tanımadığınızı fark edersiniz.  


Bölüm: 2 ‘Vazgeçme’


 Labirentin ilk sokaklarında yapılan hatalarınız şimdi olduğunuz yerdeki acıların sebebi değil midir?  Hatalar acılara dönüşür, bunu asla unutturmak istemem.

Ancak, her hatanın bir kazanımı da vardır. Yeri geldiğinde, labirentin yol ayrımlarına küçük parçalara ayırıp bıraktığınız ekmek parçalarını toplayıp götüren o kargayla bile dostluk kurmaya çalıştıysanız, bu bir kazanımdır.

Hiç kimsenin yardımı olmadan hala ayakta durabiliyorsanız, kendi kendinize bir şeyler öğretebildiyseniz, belki de başkalarının öğrettiği şeylerin, zamanla ne kadar yanlış olduğunu fark ettiyseniz, bu bir kazanımdır.

 Gerçek kazanç ise, kendinizi olduğunuz haliyle kabullenme sürecidir. Artık olduğunuz yer, bir yolun sonu ve diğerinin başlangıcıdır.

Artık zamanın değerini çok daha iyi anlarsınız. Zaman konusunda olabildiğince pinti ve varyemez olduğunuz bu yerin adı, labirentin uyanış yoludur. Artık, çokça savaşmak yerine, çokça yaşamayı seçer, hayatınızın merkezinde çoğu zaman bozgunculardan korumak için kendinizin bile dokunmadığı artık kalan bir-iki hayalinizi planlamaya başlarsınız.  

Pişmanlıklar konuşur, duymazdan gelirsiniz, dişiye boyanmış tahta kuklaların peşinde yanlış anahtarı kovalarken açamadığınız asma kilitleri düşünmek yerine, umursamamayı tercih edersiniz.

Başkalarının beklentilerine odaklandığınızı, kendinizi en son ne zaman gerçekten dinlediğinizi içten içe sorgularsınız. Bu bölüme geldiğinizde, labirentin ilk sokaklarında kaybettiğiniz ‘Ben’i yeniden keşfetmeye çalışırsınız. İşte bu, cidden zordur. Uzun zamandır şekillenen bir yaşam döngüsünü kırmak, köşe taşlarına iliştirilen asma kilitleri kırmaktan daha zordur.

 Bu yolda yürüyen bir insanın iç dünyasında, en basit ve kaçınılmaz olan gerçek ‘Ölüm’ düşüncesidir. Bu yolda yürüyen bir insan, önce yaşamak için ölümün varlığını umursamaz. Sonra ölmek için yaşıyormuş gibi hisseder. Sonra, aslında ölü olduğunu anlar. Bir ölümlü..


Tıpkı Orhan Veli’nin yaptığı gibi labirentin son köşe taşına sırtını yaslar ve der ki;  

Bütün ölüler gibi yaşamayı unutmalı,

Kendini, tıpkı bir kuş gibi görmek gerek…"

 

Artık ne labirent umurunuzdadır, ne de asma kilitler…

Sormalar, sorgulamalar bitmiştir. İçinizde büyüttüğünüz birkaç çığlık daha kaybolur. İnsanlar, belirli belirsiz siluetlere bürünürler yeniden.

Önünüzdeki ateşten çukur, durgun bir suya; sırtınızdaki yamalı hayaller tek kürekli yandan çarklı kayığa dönüşür. Zamanın sizin için var olduğunu düşündüğünüz günden, o ana kadar gidişi, yok oluşu ya da kendini bile isteye imha edişiyle içinizdeki dünyada boşluktan başka yeri olmayan her insan, durgun suyun parıldayan yüzünde bir bir kaybolur.

Sizinle ‘Hiç’ olamadığı için, ‘Yok’ olanlardır kaybolanlar…  

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
HAYAT

Necip Fazıl'ın 'Hayatın eksiği var. Hayat eksik 'Hayat'ta...' dediği şiir gibiyim bugün-mugün... Çokça 'Hayat'ı konuştuk arkadaşlarla....

 
 
 
YOLCULUK

‘Bir anda her şey değişebilirmiş. İnsan, o kısacık anda, Başka biri olabilirmiş…’   Sivas Otogarı 17 nolu Peron 1999…       Şehirlerarası...

 
 
 
1.BÖLÜM - Giriş

FİHRİST 1.BÖLÜM: BİLİNMEYEN NUMARA Sabahın erken saatleriydi. Henüz gün ışığı, odamın balkon penceresine uğramamıştı; ama telefonum...

 
 
 

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
  • Whatsapp
  • X
  • Facebook
  • Instagram

© 2025, Her hakkı Kürşad POLAT'a aittir.

bottom of page