1.BÖLÜM - Giriş
- Kürşad Polat
- 15 Ağu
- 8 dakikada okunur
FİHRİST
1.BÖLÜM: BİLİNMEYEN NUMARA
Sabahın erken saatleriydi. Henüz gün ışığı, odamın balkon penceresine uğramamıştı; ama telefonum çoktan mesaisine başlamıştı. Etajerin üzerinde zangırdayan telefonun sesiyle uyandım. Ekranda yarı uykulu okuyabildiğim yazı tanıdıktı ama belli ki pek tanınmadığım bir yerden geliyordu: ‘Bilinmeyen Numara’.
Bu iki kelime, nedense zihnimde bambaşka bir kapıyı aralıyordu. Bilirsiniz, insan zihninin en aktif çalıştığı saatlerdir, uyandığınız o ilk an.
Telefon numaramı çok uzun zaman önce almıştım. Saçlarımın daha gür ve rengi henüz kırlaşmamış olduğu zamanlardan bu güne kadar benimle olan çok az şeyden biriydi. Bilinmeyen bir numaraya ait aramanın, benim için tanınma olasılığımın çok düşük olduğu bir yerden geliyordur diye düşünmem de bu yüzden işte.
…………………………………..
Ekrana uzun uzun baktım. Hatta dalmışım. Göz kapaklarımın açık olduğundan haberi yoktu.
Bir insan, bir başka insanı aradığında gönderdiği sadece çağrı bilgisi değildir, aslında irtibat kurmaya çalışır. Bağlantıya cevap vermedim ama bu bilinmeyen numara aramasından hemen sonra telefon rehberimin derinliklerinde yıllar öncesinden kalma bağlantıların izini sürmeye başladım.
O sırada dolabın üst rafındaki karton ayakkabı kutusuna takıldım. İnsan uyanır uyanmaz, telefon rehberinde hafiyelik yapmaya başlasın, durduk yere ayakkabı kutusuna takılsın. Bak şu işe…
Ayakkabı kutusu dediysem, her evde bir ‘eski eşyalar kutusu’ vardır ya, işte onlardan. Uzanarak aldım ve kapağını açtım. İçinden siyah kapaklı, köşeleri hafif kıvrılmış, üzerindeki ‘Telefon Fihristi’ yazısı neredeyse silinmiş bir defter çıktı. Sayfaları aralarken hafızam da aralanıyordu. A harfinden başlamışım zamanında, adım adım ilerlemişim. Her harfin altında 3-4 sayfa. Her satırda bir isim, bir numara ve bazılarında bir açıklama vardı. Ali abi (Servis) – Yücel (postacı), Ahmet Camcı (Cam balkon)…
Bunların her biri bir anı demekti, bir olaya, bir güne, bir zaman aralığına tanıklık. O gün bir daha dönmemecesine kapattığım, bir daha hiç aramadığım, belki de artık hayatta olmayan insanlar. Ama hepsi, oradaydı. Tastamam yerlerinde duruyorlardı. Mürekkeple kazınmışlardı sayfalara, ama asıl kazındıkları yer zihnimdi.
Bir an, gözüm fihristin içine gizlenmiş küçük bir kâğıda ilişti. Bir çocuğun el yazısıyla yazılmıştı: ‘Baba, Bu numaRayı saKla’.
Oğlum Ekrem İrfan’ın, o zamanki küçük elleriyle yazdığı bir nottu bu. Numarası muhtemelen hatalı yazılmış, ön yüzünde sadece ‘MehmeT’ diye okunabilen bir isim. İşin ilginç tarafı öyle bir numara olması da imkânsızdı. Muhtemelen hatıra diye saklamıştım bu ilk notu. Geriye dönüp baktığımda, ne Ekrem bu numarayı aramayı denedi ne de ben. Ama hâlâ orada duruyordu. O notun varlığı bile bir duygu, bir hatıra yükü taşıyordu ikimizde de. İlkokul 1.sınıfın 2.döneminde, kırık bir el yazısıyla, büyük harfle başlayan ve ara sıra büyük küçük harf karışıklığıyla, yüklemsiz yazılan bu yazının o defter arasındaki varlığının benim için ne kadar kıymet taşıdığını bir bilseniz…
Telefon fihristleri vardı... Sevdiğimiz, saydığımız kişilerin, dostumuzun, okul ve iş arkadaşlarımızın, akrabalarımızın, ahbaplarımızın numaralarını bu fihristlere yazardık. Harf harf, A’dan Z’ye...
Her harfin altında birkaç sayfa olurdu. Bu sayfalar, adeta bir dönemin canlı kaydıydı. Olabildiğince güncel tutulurdu bu yüzden. Silmek istediğimiz bir ismin üzerini sadece karlardık, tükenmez kalemle. Bu, bir nevi güncelleme yapmaktı. Bir nevi update.
Bu işlemi gerçekleştirmek istiyor musunuz? diye kimse sormazdı. Silmek istediğinize emin misiniz? diye bir sorunun muhatabı da olmazdık. Çöpe taşınsın mı? diye sorsalar, muhtemelen aklımıza mutfak balkonundaki plastik çöp kutusu gelirdi. Onca anlamsızlığıyla birlikte…
Büyük şehirlerde yayımlanan telefon rehberleri de artık antika değerinde. Oysa eskiden, nerdeyse her evde bir tane vardı.
Fihrist kurcalamak... bir romanın kapağını açmak gibiydi o zamanlar. Kimdi mesela bu Abdurrahman (eczacı)? Ne zaman yazmıştım? Sayfanın kenarına o gün bir tarih bile düşmüşüm: 12.06.1998. Bu tarihi hatırlamıyorum. Ama isim, bir gülümseme gibi sızıyor ta içlerine.
Çocukluktan gençliğe adım attığım Samandıra’da yaşadığımız dönemde liseden arkadaşımdı Abdurrahman. Babası eczacı olduğu için yanına böyle bir not almıştım. Sonrasında görüşme fırsatımız olmamıştı. Telefon numaralarının ezbere bilindiği, adreslerin ezberden söylenebildiği, kimsenin canlı konum atmaya ihtiyaç duymadığı bir dönemdi o. Haliyle eskiydi… Değişmişti. Görüşemezdik de zaten.
Olduğum yerden doğrulup düşünmeye başladım. Ne çok şey biriktirmişiz. İnsanlar, sesler, olaylar, kokular... Hepsi bir rakam dizisiyle, yedi haneli bir kodla hayatımızın içine kazınmış. O kodlar, ne zaman ki unutuluyor, işte o zaman hayatımızdan bazı insanlar da gerçekten silinmiş oluyorlar. Her kayıt, bir yaşanmışlığın, bir anın gerçekten var olduğunun kanıtı.
Benim ilk rehberim kareli bir defterdi. Sonra SİM kartlara geçti hayat. Sonra tuşlu telefonlar geldi. Sonra akıllı telefonlar. Her geçişte bazı isimler unutuldu, bazıları taşınamadı. Yer yoktu...
Ama bazıları... her defasında ilk yazılan isimlerdi. Annem, Ali Ozan Abi (Çelik), Hacı (Akıncı). Bazı isimler hangi cihaza geçersen geç, seninle birlikte taşınıyor. Tıpkı, birlikte aynı evi paylaşıyormuş gibi. Taşınırken de birlikte… Çünkü onlar, artık senin bir parçan…
İşte bu yüzden, bir bilinmeyen numarayla başlayan sabah... beni geçmişimin tozlu raflarına, unutulmuş bağlantılarına ve içimde hâlâ yeri olan seslere götürüyordu.
Bu yüzden ben, ‘her insanın rehberinde saklı bir hayat vardır’ düşüncesini savunuyorum. Sürekli yazılmaya devam eden ve hiç bitmeyen bir senaryo gibi… Her gün yeniden yazılmaya başlanıyor. Her gün bir satır daha ekleniyor. Her gün bir satırın üzeri daha karalanıyor. Hayatın ta kendisi değil mi bu? Yalnızca bana mı böyle geliyor?
2.BÖLÜM: TEMİZLİK
Her telefon rehberinin bir başka hayatı sakladığını fark ettiğimizde, kendi hayatımızda kaç tane ‘kayıp’ var, bunu sorgulamaya başlıyoruz.
Her gün yeni numaralar ekleniyor, ama eski numaralar da bir köşede duruyor. Bazen kaydettiğimiz o numaraların ne işe yaradığını, kim olduklarını bile hatırlamıyoruz. Her bir numara, yalnızca bir rakam değil, aynı zamanda geçmişin bir izini taşır. Bunu anlamak, bazen geçmişi temizlemekten geçiyor.
…………………………………..
Kendime bir fincan kahve yapıp okuma köşeme geçtim. Telefon fihristini, kitaplığıma bırakıp telefonumu aldım ve rehberi kurcalamaya kaldığım yerden devam etmeye başladım.
Yıllardır görmediğim, bazılarıyla hiç konuşmadığım insanların isimleri birikmişti. Kim olduğunu, ne zaman tanıştığımı bile hatırlamadığım kişilerin numaralarıyla dolu bir rehber vardı önümde. Uzun zaman önce kaydettiğim ama zamanla silinip kaybolan insanlara ait iletişim bilgileri... Bunlar, hayatımda bir yere sahipti belki ama artık yerini başka insanlara bırakmıştı.
Her silinen numara, bir bağlantının sonlanması, bir dönemin kapanışı, hayatınızdan bir insanın çıkışı. Bazı numaralar da her zaman var olacaktır. O, geleceğe dönük bir umut, bir bağ, bir mutluluk kaynağı, belki de yeni bir başlangıçtır. Rehberimden kaybolanların yerine yeni yüzler, yeni telefon numaraları eklenecektir elbette. Her biri bir insanı, bir anıyı temsil eder. Temizlik ise, yalnızca fiziksel değildir.
Telefon rehberim, artık yalnızca bir numara yığını olmaktan çıkmıştı. O eski, köhne defter gibi... Numara çöplüğüyle baş edebilmek için, neyi unutup neyi hatırlayacağımı seçmem gerekiyordu. Öyle de yaptım. Her temizlik, zihnimdeki gereksiz yükleri atmamı sağlıyordu. Kolay değildi tabi. Çünkü her bir numara, bir anının, bir yaşanmışlığın, ya da bir türlü yaşanamamışlığın tanığıydı.
Bugün cebimizdeki akıllı cihazlar, bizim yerimize hatırlıyor, kaydediyor, sınıflandırıyor. Birisi bizi aradığında: ‘Bu numarayı kaydetmek ister misiniz?’ diye soruyor. Bir tuşa basıyoruz ve çoğunlukla sadece rakamlar birikiyor.
Bu dijital hafıza kolaylıkla dolup taşıyor. Binlerce isim: Seminerde tanıştığım bir yüz, olay yerinde el sıkıştığım birileri, bir kez mesajlaştığım onlarca kişi… Rehberimiz dev bir çöplüğe dönüşüyor. Yaşıyoruz: ‘Bu kimdi? Neden kaydetmişim ki?’
Olgu şu: İnsan yılda 150 kişiyle anlamlı ilişki kurabiliyor. Ama rehberdeki binlerce kayıt, %99’unun yalnızca birer hayalet olduğunu gösteriyor. Bu hayaletler, ilişkilerimizin yüzde %99’unun dijital enkazına dönüşüyor.
Rehber değil, enkaz biriktirirken farkında olmadan kendimize bile yabancılaşıyoruz. Bu yabancılaşma, bir süre sonra telefon rehberi azına kadar dolu olmasına rağmen bir fincan kahve içmeye bile tek bir dostu olmayan insanlar üretiyor.
3.BÖLÜM: UNUTTUKLARIM VE HATIRLADIKLARIM
Aslında ben, telefon rehberini düzenli temizleyenlerdenim. Bu bir pratik değil, içsel bir şey. Numara silmek, hafızayı arındırmak demek benim için. Ya da tazelemek diyelim.
Mantığım şu:
1. Sık görüştüklerim, değer verdiklerim, sadece kayıtlarımda adı olanlar.
2. ‘Asla vazgeçemem’, ‘Görüşmesem de olur’, ‘Hatırlamıyorum bile.’dediklerim.
Sonra bir anda yüzlerce satır buharlaşıyor. Sanki geçmişimden çöpler atılıyor; yerinde bahar temizliği sonrası lavanta kokan yastık huzuru… Bir kutu dolusu kırık oyuncağı çöp konteynerinin yanına bırakmak gibi. Ben vazgeçtim oynamıyorum ama belki bir ihtiyaç sahibine lazım olur…
Telefon rehberinin sayfalarında gezinirken, zihnimde bir yığın tanıdık ama silik yüz canlanmaya başlıyor. Her biri, bir zamanlar hayatımda bir anlam taşımış. Kimisi eski okul arkadaşım, kimisi bir dönem iş arkadaşım, kimisi bir anlık tanışıklık, kimi adına akraba dedikleri o üç-beş lüzumsuz insan.
Çocukken ailemizin telefon rehberi, bir tür günlük gibiydi. Telefon dolabının altındaki çekmecede olması gereken ama lazım olduğunda orada hiç bulunamayan o deftere aile bireylerinin her biri tarafından mutlaka bir şeyler not alınmıştır. Okuma yazmaya geçememiş yaştakiler bile en azından bir iki resim karalamıştır içerisine.
O zamanlar, telefon rehberleri daha anlamlıydı. Çünkü ortaktı. Bir kişiye değil, o evde ikamet eden herkese aitti. Bir kişinin değil, bir ailenin iletişim aracıydı.
Bugün bir numara kaybolduğunda, onu bulmak neredeyse imkansızdır. Ama o eski sayfalarda, her şeyin bir açıklaması vardı. İsimler, adresler, bazen de o kişilere dair kısa notlar. En kötü ihtimalle sayfa yırtılmış olurdu. Altındaki temiz sayfayı kurşun kalem tozu ve pamukla silerdiniz ve yırtılan sayfadaki telefon numarası görünür hale gelirdi. Alın size manüel kopyalama teknikleri…
…………………………………..
Eskiden tanıdığım, belki de uzun yıllar hiç konuşmadığım bir arkadaşımın ismi bir anda ekranda belirdiğinde, o kaybolan zaman dilimi içinde yaşadığımız anlar birden geri gelir. Kimi zaman ise insanlar tamamen silinirler. Kaybolur, unutulur. Ama unutmak, geçmişin gerçekten silindiği anlamına gelmez. Unutmak, bir defterin arasına konmuş eski bir fotoğraf gibi, bir köşede durmaya devam eder. Birinin adı kaybolmuş olabilir, ama hatıralarını saklamaya devam ederiz mesela. Farkında da olmadan yaparız bunu. Bu, telefondan silinen bir numara gibi değildir.
Bir insan bir dönem hayatımızda gerçekten yer almışsa, o insanı kaybetmek bile aslında gerçek bir kayıp değildir. O insan, her ne kadar kaybolsa da, hafızamızda yer kaplamaya devam eder. Çünkü hafıza, bir telefon rehberi gibi değildir. Güncellenmesi kendine özel uyarılarla olur. Silinenlerin yerine yenileri gelir, ama eski hep orada durur.
Her bir telefon numarası, her bir isim aslında bir insan hikayesinin karakterleridir. Kimisi geçmişte kaldı, kimisi ise şu anda yaşamaya devam ediyor.
4.BÖLÜM: REHBERİMDEKİ HAYAT
Telefon rehberimiz, bir nevi sosyal sermayenin dijital yansımasıdır.
Şöyle açıklayabilirim:
Granovetter adında bir adam der ki ‘-Yeni fırsatlar, genellikle zayıf bağlardan gelir’. Yani, zayıf bağınızın olduğu biri ile iletişim fırsatınız, güçlü bağlarınızdan daha fazladır. Ancak, rehberimizdeki güçlü bağları ayırt edemiyorsak, zayıf bağlar sadece zayıf kalır. İncelir ve bir gün mutlaka kopar…
Rehberimi temizledikten sonra gördüm ki; 52 güçlü bağım var, 128 zayıf ama değerli, geriye kalanı 545 hayalet…
Yani, ben 52 kişiyim diyebilirim. Rehberim gerçekte 52 kişiden ibaret. 52 can, hatta candan içeri…
‘-Düştüm.’ desem, iki eli kanda olsa koşup yetişecek 52 kişi…
Birisi sorsa, ‘-Kaç kişilik adamsın lan sen??’
‘-52 kişilik adamım ben.’ diyebilirim. Gönül rahatlığıyla…
…………………………………..
Bir telefon numarasına sahip olmak, birinin evine bir adım atmak gibidir. Bir numara, kurduğumuz bağlantıyı temsil eder. Ancak numaralar, yalnızca bir başlangıçtır. Gerçek bağlantı, sonrasıdır. Her telefon görüşmesi, her konuşma, her arama... hepsi bir bağın inşa edilme sürecine dahildir. Birini aradığınızda, aradığınız kişiyle kurduğunuz bağ sadece o anı kapsamaz.
Bir numaraya sahip olmak, aynı zamanda o numarayla bir hayatı paylaşmaya başlamaktır. Telefon rehberindeki her numara, potansiyel bir bağı, bir anıyı, bir başlangıcı simgeler. Ancak, bu ilişkilerden ne kadarının gerçekten kalıcı olduğunu zaman gösterir. Kimisi hayatınıza bir süre dokunur ve sonra kaybolur, kimisi ise yıllar boyu devam eder. İnatla ve ısrarla. Hatta, siz vazgeçseniz bile vazgeçmez bazısı. İşte onlar, gerçek bağı temsil eder.
Kimisi, bir tesadüf sonucu hayatınıza girer, kimisi ise yıllardır aynı uzaklıkta bekler durur. Ama her biri, bir şekilde iz bırakır. Sizi siz yapan, başkaları tarafından tarif edildiğinizde tanımlama cümlelerinin içindeki izlerdir bunlar.
5.BÖLÜM: DÖNGÜ
İşe gitmeliydim. 07.30 martıları çoktan ötmeye başlamıştı. Hazırlanırken, bir taraftan da anlattıklarımı düşünüyordum.
…………………………………..
İnsan hayatı, bir telefon rehberi gibidir. Dolu bir rehber, her sayfasında bir isim, bir telefon numarası ve yanında bir açıklama. Ama bu rehberin son sayfası, yazmaya başladığımız ilk günden çok daha farklıdır. Son sayfaya gelindiğinde, artık her şey birbiriyle bağlantılıdır. O ilk adımlar, ilk tanışmalar, ilk telefonlar… Hepsi birer anı haline gelmiştir ve o son sayfa, hiç bitmeyen bir döngünün içinde yer alır.
Bu öyle bir döngü ki, sizin rehberinizde tanışıp yuva kuran iki farklı kişi vardır mesela. Gelecekteki yatırımcısıyla görüşüp iş kuran bir arkadaşınız. Şu an sizi hatırlamadığından emin olsanız da, evinin ilk sahibiyle rehberinizde karşılaşanlar... Ya da sadece sizin rehberinizde bir araya gelip sonrasında hiç bir arada olmayan insan kalabalıkları yine bu döngünün içindedir.
Bahsettiğim her insan, 7 rakamlı bir numaranın içerisinde gizlidir. İlk başta telefon rehberinde her numara, bir insanı aramak için yazılır. Zaman geçtikçe, o numaralar birer hafıza haline dönüşür.
Telefon rehberimdeki her numara, aslında bir insanın hayatını anlatıyordu. Kimisi kaybolmuştu, kimisi hala ulaşılabilirlik mesafesinde geziniyordu.
Kimi ise, benim telefon rehberimde kendisini arıyordu…
Sildiğim numaraların sahipleri de anlamlarını yitirenlerden ziyade, kaybolmakta usta olanlardı. Bilerek, isteyerek kaybolanlardı. Onlar, sadece birkaç rakamdan ibaretti.
Bir insanı kaybetmek, onu aramamak, onunla bir bağlantı kurmamak, belki de hayatın en acı verici yanı olabilir. Ancak bazıları inatla bunu ister. Başarırlar da…
Rehberimde her kayıt, bir değer taşır. Sildiğim her kayıt ise bir dönemi kapatır. Bu yüzden geriye bıraktığım her isim, benim hikâyemde olmak isteyenlerdir.
Kendime şu soruyu soruyorum şimdi: ‘-Peki ya ben, kaç kişinin rehberinde gerçekten varım?’
Bence siz de kendinize bu soruyu sorun…
Kaç kişilik adamsınız siz???

